Sayfalar

30 Kasım 2014 Pazar

Şef Seattle'ın Mektubu

1854 yılında A.B.D.  Başkanı yazdığı bir mektupla Amerikaya gelen beyaz göçmenlere toprak bulmak amacıyla kızılderililerden toprak istemiş ve "bu isteği kabul edilecek olursa, kızılderililere rahatlıkla yaşayabilecekleri bir bölgenin ayrılacağını bildirmiştir.  Topraklarının büyük bir bölümü zaten beyazlar tarafından zorla ellerinden alınmış olan kızılderili Reisi Seattle bir söyleviyle A.B.D.  Başkanına yanıt vermiş ve bu yanıt mektup olarak A.B.D.  başkanına gönderilmiştir. Mektubun aslı Amerika, Seattle, Squamish Müzesinde korunmaktadır.

İnsan ve doğa diyalektiğini en güzel dile getiren metinlerden biri olarak günümüzde değeri daha çok anlaşılmaktadır.

ŞEF SEATTLE'IN MEKTUBU

Yüzyıllardir halkımın üzerine merhamet gözyaşlari döken şu sonsuz gökyüzü bir gün değişebilir. Bugün açık gözüken gökyüzü yarın bulutlarla kaplanabilir. Sözlerim, asla yer değiştirmeyen yıldızlar gibidir. Şef Seattle her ne söylerse, Washington'daki büyük Şef ona, güneşin ya da mevsimlerin dönüşüne  inandığı ölçüde inanabilir. Washington'daki büyük Şef bize dostluk ve iyilik dilekleriyle birlikte bizden topraklarımızı satın almak istediğini bildirmiş. Onun, bizim arkadaşlığımıza çok fazla ihtiyacı olmadığını biliyoruz. Merak ediyoruz ki; gökyüzünü ve toprağın sıcaklığını nasıl satın alabilir ya da satabilirsiniz?
Bunu anlamak bizler için çok güç. Bir zamanlar insanlarımız bu topraklara tıpkı rüzgarda kıvrımlanan deniz dalgalarının kabuklu kuru yüzeyleri kapladığı gibi yayılmışlardı. Çok uzun zaman geçti ve o büyük kabileler artık hüzünlü bir anı oldu. Bu toprakların her parçası halkım için kutsaldır. Çam ağaçlarının parıldayan iğneleri, vızıldayan böcekler, beyaz kumsallı sahiller, karanlık ormanlar ve sabahları çayırları örten buğu; halkımın anılarının ve geçirdiği yüzlerce yıllık deneylerin bir parçasıdır.

Ormandaki ağaçların damarlarında dolaşan su, atalarımızın anılarını taşır; biz buna inanırız. Beyazlar için durum böyle değildir. Bir beyaz, öldükten sonra yıldızlar alemine göç ettiği zaman, doğduğu toprakları unutur. Bizim ölülerimiz ise bu toprakları unutmaz. Çünkü kızılderili, gerçek anasının toprak olduğuna inanır. Washington'daki Büyük Beyaz Reis bizden toprak almak istediğini yazıyor. Bu bizim için büyük bir fedakarlık olur. Büyük Beyaz Reis, bize rahat yaşayacağımız bir yerin ayrılacağını, bize babalık edeceğini, biz kızılderililerin ise onun çocukları olacağımızı söylüyor. Bu önerinizi düşüneceğiz. Ama yine de bunun kolay olmayacağını itiraf ederim. Çünkü bu topraklar bizim için kutsaldır. Nehirlerin ve ırmakların suyu, bizim için sadece akıp giden su değildir; atalarımızın kanıdır aynı zamanda. Bu toprakları size satarsak, bu suların ve toprakların kutsal olduğunu çocuklarınıza öğretmeniz gerekecek.

Biz nehirleri ve ırmakları kardeşimiz gibi severiz.  Siz de aynı sevgiyi gösterebilecek misiniz kardeşlerimize?

Biliyorum, beyaz adam bizim gibi düşünmez. Beyazlar için bir parça toprağın diğerinden farkı yoktur.
Beyaz adam topraktan istediğini almaya bakar ve sonra yoluna devam eder. Çünkü toprak beyaz adamın dostu değil, düşmanıdır. Beyaz adam topraktan istedigini alınca başka serüvenlere atılır.

Beyaz adam annesi olan toprağa ve kardeşi olan gökyüzüne, alıp satılacak, işlenecek, yağmalanacak bir şey gözüyle bakar. O'nun bu ihtirasıdır ki, toprakları çölleştirecek ve herşeyi yiyip bitirecektir.  Beyaz adamın kurduğu kentleri de anlayamayız biz Kızılderililer. Bu kentlerde huzur ve barış yoktur. Beyaz adamın kurduğu kentlerde, bir çiçeğin taç yapraklarının açarken çıkardığı tatlı sesler, bir kelebeğin kanat çırpışları duyulmaz.

Belki bir vahşi olduğum için anlayamıyorum ama, benim ve halkım için önemli olan şeyler oldukça başka. İnsan bir su birikintisinin etrafına toplanmış kurbağaların, ağaçlardaki kuşların ve doğanın seslerini duymadıkça, yaşamın ne değeri olur?  Bir kızılderiliyim ve anlamıyorum. Biz kızılderililer, bir su birikintisinin yüzünü yalayan rüzgarın sesini ve kokusunu severiz. Çam ormanının kokusunu taşıyan ve yağmurlarla yıkanıp temizlenmiş meltemleri severiz.

Hava önemlidir bizim için.  Ağaçlar, hayvanlar ve insanlar aynı havayı koklar. Beyaz adam için bunun da önemi yoktur. Ancak size bu toprakları satacak olursak, havanın temizliğine önem vermeyi de öğrenmeniz gerekir. Çocuklarınıza havanın kutsal olduğunu öğretmeniz gerekir. Hem nasıl kutsal olmasın ki hava?  Atalarımız doğdukları gün ilk nefeslerini onun sayesinde almışlardır. Ölmeden önce son nefeslerini de gene bu havadan almazlar mı?

Toprak satmamız için yaptığınız öneriyi inceleyeceğiz. Eğer önerinizi kabul edecek olursak, bizim de bir koşulumuz var: Beyaz adam bu topraklar üzerinde yaşayan bütün canlılara saygı göstersin. Ben bir vahşiyim ve başka türlü düşünemiyorum. Yaylalarda cesetleri kokan binlerce buffalo gördüm. Beyaz adam trenle geçerken vurup öldürüyor bu hayvanları sadece eğlenmek için. Dumanlar püskürten bu demir atın bir buffalo'dan daha değerli olduğuna aklım ermiyor. Biz sadece yaşayabilmek için avlardık buffalo'ları.

Bütün hayvanları öldürecek olursanız nasıl yaşayabilirsiniz? Canlıların yok edildiği bir dünyada insan ruhu yalnızlık duygusundan ölür gibi geliyor bize. Unutmayın, bugün diğer canlıların başına gelen  yarın insanın başına gelir. Çünkü bütün hepsinin arasında bir bağ vardır.

Şu gerçeği iyi biliyoruz: Toprak insana değil, insan toprağa aittir. Ve bu dünyadaki herşey, bir ailenin fertlerini biribirine bağlayan kan gibi, ortaktır ve biribirine bağlıdır. Bu nedenle de dünyanın başına gelen her felaket insanoğlunun da başına gelmiş sayılır. Bildiğimiz bir gerçek daha var: Sizin Tanrınız bizimkinden başka bir Tanrı değil. Aynı Tanrının yaratıklarıyız. Beyaz adam bir gün bu gerçeği de anlayacak ve kardeş olduğumuzu farkedecektir. Siz Tanrınızın başka olduğunu düşünmekte  serbestsiniz. Ama hepimizi yaratan Tanrı için kızılderili ile beyazın farkı yoktur. Ve kızılderililer gibi Tanrı da toprağa değer verir. Bu toprağa saygısızlık, Tanrının kendisine saygısızlıktır.

Beyaz adamı bu topraklara getiren ve kızılderiliyi boyunduruk altına alma gücünü veren Tanrının adaletini anlayamıyoruz. Tıpkı buffalo'larin öldürülüşü, ormanların yakılışı, toprağın kirletilişini anlamadığımız gibi. Bir gün bakacaksınız gökteki kartallar, dağlari örten ormanlar yok olmuş, yabani atlar ehlileştirilmiş ve her yer insanoğlunun kokusuyla dolmuş. İşte o gün insanoğlu için yaşamın sonu ve varlığını devam ettirebilme mücadelesinin başlangıcı olacak.

Gündüz ve gece bir arada olamaz. Kızılderililer her zaman beyazlardan tıpkı sabah sislerinin güneşten kaçtığı gibi kaçmışlardır. Bütün bunlara rağmen, teklifinizi tartışacağız. Ve umuyorum ki, halkım bunu kabul edecek ve Büyük Beyaz Şef'in vaadettiği üzere beraber barış içinde yaşayacağız.

Böylece Ay birkaç kez daha doğacak, bir kaç kış daha geçecek. Bu geniş topraklara yerleşmiş ve mutluluk içinde yaşamış olan neslimiz, daha önce bizden daha güçlü ve daha umut dolu yaşamış insanlarımızın mezarları başında yas tutacaklar. Ama, niye insanlarımın kaderi için yas tutayım ki?
Tıpkı deniz dalgaları gibi kabileler kabileleri, uluslar ulusları takip ediyor. Bu doğanın düzenidir ve teessüf gerekmez. Yok oluşumuz çok uzak olabilir ama kesinlikle bir gün gerçekleşecek; Son kızılderili yok olup, kabilemin hatıraları beyazlar için bir tarih olduğunda, bu kıyılar kabilemin görünmez cesedleriyle kaynaşacak.  Çocuklarınızın çocukları kendilerini bir dükkanda, bir yolda, boş bir yerde yalnız olarak düşündüğünde aslında yalnız olmayacaklar. Dünyanın hiçbir yerinde tamamen ıssız bir yer yoktur. Geceleri, şehir ve kasabalarınızın caddeleri boşalmış gibi görünse de, aslında, bir zamanlar oralarda yaşamış ve bu güzel toprakları gerçekten seven ruhlarla dolu olacaktır. Beyaz adam asla yalnız kalamayacaktır. Beyaz adamın, benim insanlarıma saygı göstermesini sağlamalısınız, çünkü; ölüler güçsüz değildir. Ölü mü dedim?
....  !
Ölüm diye birşey yoktur ki, sadece dünya değiştirir insan.

Şef Seattle, 1854

Yay ve Okun İcat Edilmesi ( Iroquois Efsaneleri )

Evvel zaman içinde, Gerçek Halk olan Onkwehonwe’ler ne yayı ne de oku biliyormuş. O zamanlarda, genellikle avlanma için kullanılan silah mızrakmış.

Bir gün Okwironto (ok-gwi-Loon-doe) adında genç bir avcı, Ayı avlamak üzere köyünden ayrılmıştı. Tek silahı ucu çakmaktaşından yapılmış uzun bir mızraktı. Okwironto uzun süre yürümüştü; Ayı’nın hiçbir izine rastlamamıştı. Bir süre sonra, oraya çok yakında olan ormanlık küçük bir vadide bir Ayı bulabileceği gikri aklına geldi. Orada Yabani Üzüm bulunuyormuş; Düşen Yapraklar Ay’ı mevsimiymiş (yaklaşık ekim ayı); üzümler olgunlaşmış ve hiç şüphesiz Ayı o anda onlarla kendine ziyafet çekiyor olmalıymış...

Okwironto yanılmamış. Ormanın en sık kısmına girdiği zaman kocaman siyah bir şekil görmüş... Bu üzümleri yemekle meşgul olan ayı Okwariymiş! Zaman zaman, bir taraftan üzümü yutarken bir taraftan da küçük zevk iniltileri çıkarıyormuş. Genç avcı, neredeyse Ayının ona ulaşabileceği yere kadar sokulmuş. Sakin bir şekilde, öldürmek üzere mızrağını kaldırmış... Ve o zaman işte bunlar olmuş: Okwironto mızrağını fırlatmaya hazırlandığı sırada, ayağı kayanın üzerinden kaymış ve yere, neredeyse Ayının ayaklarının dibine serilmiş! O şaşkınlıkla bir çığlık atmış ve Ayının bulunduğu yere doğru bakmış. Hâlâ mızrağını elinde tutuyormuş, ama bulunduğu yerden onu fırlatamıyormuş. Ayı Okwari, bir insan karşısında –üstelik bir avcı- her halükarda kaçarmış, ancak genç adamın aniden belirmesi onu o kadar şaşırtmış ki –birçok boz ayının yaptığı gibi- kaçmak yerine, geri dönmüş ve yaklaşmış...

Okwironto’nun yeniden ayağa kalkması için çok uzun zaman gerekmemiş. Bir hamlede ayağa kalkmış ve kısa bir zaman içinde kendini ormanın göbeğinde bulmuş. Ayı, avcının kaçtığını görünce, cesaretlenip onu izlemeye başlamış. İlk başta avcı da Ayı da aynı hızı korumuş, ancak Ayı arayı çok çabuk kapatmaya başlamış...

Okwironto, ayının çok kısa sürede kendisine yetişip onu paramparça edeceğini biliyormuş. Evinde onu bekleyen eşini ve oğlunu düşünmüş... Bu düşünceyle, hayatını teslim etmek yerine ayıyı öldürmeye kesin karar vermiş. Avcı birden dönüp mızrağını fırlatmış.... Ancak mızrağın ucu genç bir dişbudağın tepesinde birbirine geçmiş bağın içine saplanmış. Onu oradan kurtarmaya çalışmış, ancak sadece genç ağacı bükmeyi başarabilmiş.
Ayı Okwironto’ya ulaşacakken; avcı tekrar mızrağını kurtarmaya çalışmış... Onu çekerek yalnızca dişbudağı yere kadar bükebilmiş. Çok beklemeden haykırmış, mızrağı bırakmış ve koşmaya başlamış... Ayının onu izlemediğini fark ettiğinde henüz birkaç adım atmış! Dönüp arkasına bakmış... Ayı, boynu mızrakla parçalanmış bir şekilde, yerde yatıyormuş. Bedeninin etrafındaki kan, yaprakları ağır ağır kırmızıya boyuyormuş ve Okwari ölmeden önce son olarak birkaç kez titremiş.

Avcı, şaşırmış bir şekilde neler olduğunu anlamak için olay yerine geri dönmüş. Üzüm asmasına takılan mızrak, genç ağacın bükülmesine neden olmuş...bir yay gibi! Üzüm asması, ip görevini görmüş ve avcı mızrağı çektiği zaman ağacı bükmüş. Mızrağı bıraktığı zaman, genç ağaç birden dikleşmiş, bu hareketin kuvveti bağın sapını sertçe germiş ve mızrağı Okwari’nin boynuna fırlatmış!

Avcı yeniden mızrağı eline almış ve ucunu bağın sapına yerleştirmiş; geriye doğru çekmiş ve genç ağacı bükmüş... Ağaç hemen hemen yer seviyesine kadar geldiğinde bırakmış ve mızrak havaya fırlamış... Yay, işte bu şekilde icat edilmiş.

Zamanla, Gerçek Halk olan Onkwehonweler daha genç ağaçlarla daha küçük yaylar üretmiş. Üzüm asması ipi yerine ham deri kullanmışlar. Ağır bir mızrak yerine, tüylü kanatlarla, ucu çakmaktaşlı ok kullanmışlar. Ve böylece Yay Onkwehonweler için son derece değerli bir araç haline gelmiş.

29 Kasım 2014 Cumartesi

Pow-wow Ayini


O hayal ediyor .Jimson, peyote, teonanacatı, coca alınımı sonrası ruhlar ve ruhlar alemiyle kurulan bağ.Bu bağı kurmak için yapılan dans ve müzik.Doğum, ölüm, evlilik, hastalık, sağlık, ürün ve şükür için; sihir için müzik.Müzik eşittir dua.Kızılderililerin hayatlarının her anında kullandıkları duadır müzik.

Kızılderililer müziği, bizim anlamlandırmalarımızın ötesinde bir amaç değil kutsal bir araç olarak algılamaktadır. Müziğin en etkin kullanımı ruhlarla ilişkiler de aracılık etmesidir.Bu Pow-wow ayinleriyle yapılır.Pow-wow kurultay ve toplantılarıdır. Pow-wow’da transa geçiren maddelerin alımını takiben ruhların kişiye dua-şarkılar öğrettiğine ve bu dua-şarkıların o kişiye bazı güçler verdiğine inanılır.O kişi için o şarkı özeldir ve onu kimseye öğretmez, onun kutsallığını azaltmak istemez Şamanların güçlerinin de müzikden geldiğine inanılır.O kutsallığı korumak için o dua-şarkıyı yanlışsız söylemesi gerekir. Yakadah’a, Manitu’ya, Yastasinane’ye ,havaya , suya , ateşe, yaratıcı ruha dua-şarkıyla tapınır.

Şarkılar kişilerin ve kabilelerin malıdır.Kabileden kabileye müzik farklılıklar gösterir.Bu farklılıklar Kuzey ve Güneyi düşünürsek daha da büyür.Kuzeyde müzik dış etkenlere karşı sınırsallığını korumuş, Avrupa müziğinden etkisinde kalmamıştır.Şarkılar yüksek ve sert sesle söylenir, sürekli tekrarlar vardır.Şarkılarla dans arasında yüksek bir bağ vardır. Şarkılar genelde dansı yönlendirir.En yoğun kullanılan enstrümanlar vurmalı çalgılardır.Kare davul, su davulu,seramik davul gibi bir çok çeşit vardır.Davulunda kutsal güçleri olduğuna inanılır.Onların da ruhu olduğuna inanılır.Davuldan sonra önemli bir diğer enstrüman çıngıraktır.Nefesli çalgılar Kuzeyde çok az kullanılırken Güneyde kullanımı daha yoğundur.Güney bölgelerde İspanyol etkisiyle yaylı enstrümanların da kullanıldığı görülür.
Kızılderililerin müziğe yükledikleri anlam bağlamında müzik; dans ve yapılan diğer ritüellerle birlikte bir bütün olarak ele alınıp, bir dua bir ayin olarak nitelendirilmelidir

Pow-Wow
Pow-wow yerlilerin biraraya gelip tanıştıkları, dostluklarını yeniledikleri şarkıların söylendiği, dansların edildiği bir törendir. Pow Wow adıyla bilinen bu tören Kızılderili dinsel inançlarının en önemli törenlerinden biridir. Ruhların tören alanına indiğine ve dansçılarla birlikte dans ettiğine inanılır. Ama ruhları herkes göremez, yalnızca bazı insanlar görür. Görenler bu bilginin onlara kartalın nefesiyle ulaştığını söylerler. Bir grup davulun ritmik sesiyle birlikte şarkıcılar şarkılar söylerler ve ruhları çağırırlar. İki ayrı Pow-Wow töreni çeşidi vardır.
Bunlardan bir tanesi Yarışma Pow-Wow’udur. Burada dansçı kendi yaş ve kategorisinde diğer dansçılarla yarışır. Aynı zamanda davul çalanlarda kendi aralarında yarışmaktadır. Kazanan dansçı Şampiyon Dansçı ünvanı alır. Kazanan grupta Şampiyon Davul grubu ünvanını alır.
Yarışmalı Pow-Wow’a hazırlık , törenin yapılacağını önceden ilan etmekle başlar. Tören hazırlıkları arasında ziyafetlere hazırlanmak, konuklara, yaşlılara, dansçı ve şarkıcılara verilecek hediyelerin hazırlanması ve törenin yapılabilmesi için gerekli küçük kulübelerin ve alanın düzenlenmesi vardır. Bu alanlardan birincisi tabanı sedir ağacıyla döşenmiş, tavanı söğütlerle örtülmüş, yan duvarları olmayan bir çardaktır. Şarkıların söylendiği yerdir ve ev sahibi kabileye ya da kişilere aittir. Yüzyıllardır bu gelenek nesilden nesile aktarılmıştır. Diğer kulübe kabilenin yaşça büyük olan erkekleri (Yaşlı bilgeler) için hazırlanır. Onlar için dizayn edilmiştir. Tören süresince yaşlıların rahat edebileceği bir yerdir. Yaşlılara hürmet gösterilerek onların uzun ve sıcak yaz günlerinde törenleri gölge bir yerde izlemesi sağlanır. Tüm hazırlıklar bitince herkes susar ve davullar çalmaya başlar. Davul sesini duyanlar törenin başladığını anlarlar.
Pow-Wow yerlilerin en yaygın ve en görkemli törenidir ve
atalarından kalan zengin mirasın yeniden güçlendirilmesidir. Bazılarına göre Pow-wow’un çıkış kaynağı Güney Ova Yerli kabileleri , bazılarına göre de Poncha’lardır. Pow-Wow şarkıcıları bu ritüelin en önemli öğesidir. Onlarsız Pow-wow yapılamaz. Dans yapılamaz. Dansçılar da törenin önemli bir diğer öğesidir. Pow-Wow şarkılarının çeşitli varyasyonları vardır. Bazıları savaşla, dinsel inançlarla ilgilidir, bazıları ise sosyal içeriklidir. Değişik kabilelerin katılmıyla gerçekleşen bu törende her kabilenin şarkıcıları peşpeşe şarkılarını söylerler. Ayrı dillerden ve çok eski dualardan oluşan bu şarkıların bazıları zamanla değişikliğe uğrayarak içindeki kelimeler kaybolmuş ezgiyle birlikte bir tür haykırma, mırıldanma ve benzeri gibi anlamlı sözcük içermeyen sesleri barındıran şarkı biçimine dönüşmüştür. Şu anda söylenmekte olan birçok Pow-Wow şarkısı anlamı olan kelimelere de sahiptir. Yerliler bunları sonraki nesillerine aktararak dilleriyle beraber varlıklarını devam ettirmektedirler.
Tören törenin yapılmasından haftalar önce komite tarafından kararlaştırılır. Tören yöneticisi ve Alan Yöneticisi ayrı ayrı Komite ile görüşerek görevlerini yerine getirirler. Organizasyonun pürüzsüz sürmesi bu ikilinin çalışmasına bağlıdır.
Pow-Wow Büyük Girişte başlar. Büyük Giriş insanların tören alanına girdiği yerdir. Bu yer yerleşim yeri ile tören arasındaki bir geçiş yeridir. Değişik kabilelerin bayrakları, Kartal asası, Pow bayrağı tören alanına. getirilir. Bayrak taşımak onur vericidir. O nedenle bayrak taşıyanlar özenle bu işte yeterli ustalığa sahip olanlardır. Bayrak taşıyan yaşlıların ardından diğer kabilelerin Şefleri , Prensesler , Yaşlılar, ve pow-wow organizasyonundakiler hiyerarşik bir sırayla yürürler. Erkek dansçılar yürümeye başlar, kadın dansçılar onların ardından yürür. Alana gelirler. Bir şarkı biter yenisi başlar. Bu şarkılar kabile bayraklarını ve bayrak taşıyıcılarını onurlandırmak içindir. Bir duadan sonra birkaç dans yapılır. (Round Dans-yuvarlak bir alan etrafında yapılan dans türü. )Bu danslardan sonra her kabilenin kendi şarkı ve şarkıcılarıyla katılımı başlar. Davul vuruşları eşliğinde danslar ve şarkılar sürer gider.
Pow-Wow kızılderili kabilelerini birleştiren bir işlev taşıdığı için beyazlar tarafından en çok engellenmek istenen törenlerden olmuştur.

28 Kasım 2014 Cuma

Kutsal Ruh'a Şarkı

Kutsal ruh ,rüyamda buffalonun simsegini isittim,Batidan toz bulutu halinde dogan kutsal bulutu gordum ve günesi orttu.Buffalo'nun adimi söyledigini duydum-Beyaz Ayi benimle dans etmeye geldi.Dans ettik O'nun kizgin gozlerine baktim ve bos bir comlegin icerisinde insanlarimizi gordum.Bugun yine birkez daha buffallo ile karsilastim ölum dansinda.benim gögsumu 100 bufallo gücünde yapmani ve bana adini veren Kutsal Ayi'nin cesareti kadar bana cesaret vermeni istiyorum. Kutsa bu mizragi sihirinle.Kutsal Buffallo'nun kalbini bul ve onu uzun bir yolculuktan dönmüs gibi sevgiyle karsila.

Beyaz Ayin'nin sarkisi Kutsal Ruh'un kulaginda agaclarin arasindan gecen bir ok gibi yükseliyor . Yakinda eski yasam dansi ve olüm varlik haline gelecek bozkirda.Yerli cesaretinin savas cigliklari ile ve saldirgan buffalo'nun bögürmesi ile yankilanacak ovalar.Fakat simdi barisin orta yerinde bu kutsal topraklarda Sioux savasçilarinin kollari ve sesleri yükseliyor cennete dogru ve hissedebiliyoruz ruhlarin aydinlanmasini ve dualarin cevaplandirildigini.


White Bear (Beyaz Ayi.)
sioux

27 Kasım 2014 Perşembe

Ateşin Keşfedilmesi ( Iroquois Efsaneleri )

Mohawklar’da, günümüzde de eski zamanlardaki gibi, bir oğlan 14 yaşına girdiği zaman, uzaklarda dağlarda, kutsal bir yere gitmek için, babası eşliğinde uzun bir yolculuğa çıkması adettenmiş. Babasının talimatlarını dinledikten sonra, oğlan orada en az dört gün yalnız kalırmış. Bu süre içinde, genç Mohawk “Dream Fast” adı altında bilinen “düşlemek için oruç tutma” törenini yerine getirirmiş.

Bu ayin onun için çok önemliymiş.

Onu başarmak, artık bir çocuk değil, bir yetişkin olduğu anlamına gelirmiş. Oruç süresince, kılanının ruhu rüyasına girermiş ve hangi kuşun, hangi hayvanın veya hangi bitkinin hayatı boyunca onun koruyucusu olacağını açıklarmış. Oruçtan sonra, rüyasında beliren yaratığın bir şeyini koruyup sonsuza kadar onu hekim-çantasında saklamalıymış.

Mohawklar’da üç kılan varmış: Ayı Kılanı,Kaplumbağa Kılanı ve Kurt Kılanı. Eğer oruç tutan kişi Kaplumbağa Kılanı mensubuysa, Kaplumbağanın Ruhu bir rüyasında belirirmiş ve ona gelecekteki Koruyucusunu gösterirmiş. Eğer Kılanının Ruhu ona orucu sırasında belirmezse, onu her gün ziyaret eden babası onu kurtarır ve tam bir başarısızlık duygusu içinde onu eve götürürmüş. İkinci bir şansı olmazmış. Oruç tutan kişi oruç mekanını, yalnızca kısa bir süre için güneşin batışından sonra terk edebilirmiş. Susuzluğunu gidermek için su içebilirmiş, ancak yemek yemesi yasakmış.

Otsiera (Oh-gee-A-rah) Ayı Kılanının mensubuymuş ve meşhur bir şefin oğluymuş. Birçok yönden başarılıymış: koşuda en hızlıymış, oyunlarda hep birinciymiş ve ulusun en iyi çomak oyuncularından biriymiş; oklarını diğer bütün arkadaşlarından daha uzağa ve düzgün fırlatabilirmiş; ormanları ve nehirleri çok iyi bilirmiş ve avlanmadan elleri, daima ihtiyacı olanlar arasında paylaştırdığı, geyik etiyle dolu dönermiş. Halkının gururuymuş.

Tören zamanı gelmiş. Çilekler Ay’ı dönemiymiş. Otsiera gücünü ve dayanıklılığını sınamak için sabırsızlanıyormuş. Dağın çok yükseklerinde, kocaman bir kornişin üzerine genç ağaçlarla kulübesini kurmuş. Daha sonra onu yağmurdan korumak için üzerini belsem çamı ile kaplamış. Çarıkları ve iç donu hariç tüm giysilerini çıkarmış. Kılanının Ruhuna yalvarmış ve bu basit sığınağın içine girmiş. Ancak dört güneş sonrasında, hâlâ Kılanının Ruhu genç savaşçıya belirmemiş.

Beşinci güneş de doğmuştu ki babası belirmiş. Sığınağın dallarını sallamış ve Otsiera’dan dışarı çıkmasını istemiş.

Boğuk ve zayıf bir sesle babasından bir gün daha vermesini rica etmiş. Babası bir sonraki gün köye dönmesini gerektiğini söyleyerek oradan ayrılmış. O gece, Otsiera kulübesinden dağı seyrediyormuş. Uzaklardan şimşeğin boğuk gürlemesini duymuş. Bu gürlemeler gitgide şiddetlenmiş, yıldırımlar gökyüzünü aydınlatıyormuş...

“Büyük Yıldırım Adam Ratiweras (Rah-dee-way-rahs) bana yardım et, bana Kılanımın Ruhunu gönder” diye yalvarmış. Henüz konuşmasını bitirmemiş ki, kör edici bir yıldırım gökyüzünü aydınlatmış ve gök gürültüsü dağın zirvesini titretmiş. Otsiera bakmış ve Kılanın Ruhunu görmüş: Kulübesinde, yanı başında duran kocaman bir ayı...


Birden Ayı konuşmuş: “Bu gece Otsiera, yalnızca sana değil, bütün Onkwehonwe’lara (oon-gway-HOON-way) yardımcı olacak bir güç elde edeceksin. Kör edici bir yıldırım olmuş Otsiera görsel rüyasından çıkmış. Gözlerini ovuşturup Kılanının Ruhunu aramış... Ayı gitmiş. Oğlan kendi kendine koruyucusunun kim olacağını düşünmüş. Dışarıya bakmış. Fırtına henüz dinmemiş. Ve birdenbire dışardan gelen garip bir ses duymuş. Bu bir gıcırtıymış. Kendi kendine hangi hayvanın veya hangi kuşun bu kadar iğrenç bir gürültü çıkarabileceğini düşünmüş...

Ancak bu gürültü durmuş; ve neredeyse başının üzerinde, bu gürültüye neyin neden olduğunu görmüş: rüzgarla beraber iki çam ağacı, dallarını birbirininkine sürtüyormuş. Otsiera bakmış ve garip bir şey görmüş: dağa doğru esen, şiddetli rüzgar, ağaçları gitgide daha hızlı bir şekilde eğiyor ve sallıyormuş. İki ağacın birbirlerine sürtündükleri yerden ince bir duman şeridi belirmiş... ve ağaç ateş almış!

Otsiera önce çok korkmuş. Halkından hiç kimse ateşi bu kadar yakından görmemiş ve ondan korkulurmuş. Oğlan, Kılanının Ruhunu hatırlamış. “Büyük Ayı, hiç şüphesiz bundan söz ediyordu” diye düşünmüş. İşte o gün Otsiera iki kuru çam ağacı dalını eline almış; bir gece önce fırtınada gördüğü üzere, dalları birbirine sürtmeye başlamış. Çok çabuk yorulmuş ve tam dalları atmaya hazırlanırken, ince bir duman şeridi fark etmiş. Sedir ve kuru otla hemen büyük bir ateş yakmış.

Gün ortasında babası iki şefle beraber geldiğinde, mutlu bir Otsiera bulmuş. İleride halkından herkese yardım edecek güçlü bir Koruyucusu ve büyük bir gücü vardı.

Çok uzun zaman öncesinde, ateş Gerçek Halk olan Onkwehonwe’lara işte böyle gelmiş.

26 Kasım 2014 Çarşamba

Kızılderililerde Müzik

DAVUL: Amerikan yerlileri için davul hayati önem taşımaktadır. Davulun hayattaki bütün güçleri temsil ettiği düşünülür. Davulların ritmi, toprak ananın nabzının ve Kızılderili yüreklerinin simgesidir. Onların mistik güç taşıdığına inanılır ve kutsal oldukları kabul edilir. Davula insan muamelesi yapılır, onun ruhu olduğuna inanılır ve ruhunu tatmin etmek için davulun onuruna yiyecek ve içecek bırakılır. Yerliler davulun tonunu ayarlamak için tahtadan yapılmış su davulunun üzerine küçük bir delik açarlar, böylelikle ton ayarı için buradan su eklenebilir veya çekilebilir. Suyun çok az miktarı tınlama ve çınlama görevi yapar, fazlası ise tonu bozabilir. Davulların üst kısmı kurudukça ton yükselir. En çok kullanılan davul türü ise el davuludur ve isteyen kişi bu tip davula sahip olabilir. Büyük davullara nazaran bunlara sahip olmak için sıkı kurallar yoktur.

ÇINGIRAK: "Rattles" adını taşıyan çıngıraklarda en az davul kadar değerlidir. Sihirbaz hekim tarafından kötü ruhları kovmak için kullanılmaktadır. Bazı çıngıraklar bir at kadar değerlidir ve bir at fiyatına satılırlar. Çıngırakların içine kum ya da mısır tanecikleri, minik taşlar ya da tohumlar konur. Bacak çıngırakları genellikle "stomp" danslarında kadın dansçılar tarafından giyilerek kullanılır. Diz etrafına takılan küçük kaplumbağa kabuklarından yapılmış bu çıngıraklar, dansçının hareketleriyle ses çıkartır. 
"Bull Roarers" boğa kükremelerine benzetilen, bir kordona iliştirilmiş, kenarları tırtıklı, ince ve düz tahta parçalarıdır. Başın üzerinde döndürülerek rüzgarda çalınan bir enstrümandır. Hopi Kızılderilileri, "bull roarer" sesini gök gürültüsüne benzettikleri için yağmur duasında kullanırlardı. Ayrıca mistik amaçlı törenlerde ruhların çıkardığı ses olarak da bilinirdi. Günümüzde halen az yağmur yağan bölgelerde kullanılır. Üzerinde şimşek resimleri görülür. Bazı kabilelerde ise artık çocuk oyuncağı olarak karşımıza çıkabilir. 


FLÜT: Tüm yerli törenlerinde flütlerin ve düdüklerin sesi duyulur. Özellikle Dakota bölgesinde yaşayanlar mükemmel flüt çalmaları ile tanınırlar. En ilginç düdük sesi ise "si yotanka" olarak adlandırılan ve Çim dansında kullanılan düdüktür. Bunun sesi tıpkı bir boğa gibidir. Atwater, Kızılderili flütlerinin dünyada en melankolik müziği ürettiği savunur. R. Carlos Nakai adlı flüt üstadı, bu tanıma verilebilecek en güzel örneklerdendir. Flüt çalan her yerli, kendi elinin boyutuna göre kendi flütünü yapar. Dolayısıyla aynı sesi çıkaran, tıpatıp birbirine benzeyen iki tane flüt bulmak mümkün değildir. Flütlerin üzerindeki parmak deliklerinin sayısı 5-7 arasında değişmesine rağmen, tamamen kişisel seçime bağlıdır. Ayrıca müzelerde sergilenen eski flüt örneklerine baktığımızda taştan yapılma oyma flütlere ya da insan kolundan yapılmış flüt çeşitlerine rastlayabiliriz. Tüm bu müzik aletleri tıpkı Kızılderililer gibi kendine has bir kültürün yansımasıdır.

25 Kasım 2014 Salı

Tütün ( Iroquois Efsaneleri )

Bundan çok sayıda kış öncesinde (geriye doğru ok)

Bir Iroquois Kılanı, Uzun Ev halkı,

Kasabasını, Ohio Nehri’nin kenarına kurmuş.

Bir gün,

İnsanlar günlük işleriyle uğraşırken,

Nehir tarafından gelen garip bir ses duyulmuş...

İnsanlar, işlerini bırakıp sesin nereden geldiğini anlamak için, kıyıya koşmuş.

Ayakta durup, birbirlerine bakarak gizemli sesi dinliyorlarmış... bu ses, bazen değişik bir hayvanın gürlemesi gibi yankılanırken bazen de bir şarkıyı andırıyormuş.

İnsanların ayakta bu yabancı müziği dinledikleri sırada, nehirden yükselen yüksek bir ses duyulmuş.

Sesin geldiği yöne yaktıklarında, içinde değişik yaratıkların bulunduğu büyük bir kanonun kendilerine doğru geldiğini görmüşler... Bu insanlar kanonun ortasına yerleştirilmiş büyük bir davula vuruyor, değişik bir şarkı söylüyormuş.

Özel kıyafetlerine bakıldığında şarkıcıların “hekim-adam” oldukları anlaşılıyormuş.

Kano köye doğru yönelirken,

Kanodan yükselen güçlü bir ses duyulmuş.

Bu ses köylülere evlerine girip orada kalmaları için emir vermiş. Eğer itaat etmezlerse, başlarına kötü şeylerin gelebileceğini söylemiş...

İnsanlar çok korkmuş ve içlerinden çoğu evlerine koşmuş.

Ancak bazıları bu garip insanların kendilerini korkutmalarına izin vermemiş. Yaklaşan kanoyu gözleyerek kıyıda ayakta duruyorlarmış.

Kano yanlarına geldiğinde kıyıda duran adamlar düşüp ölmüş.

İlginç şarkılarıyla,kano akıntıyı izlemeye devam etmiş ve nehrin kıvrımlarında kaybolmuş.

Bir sonraki gün,

Kurbanlardan birinin babası bir savaş başlatmış.

Bu garip kanoyu arayarak, kanolarının küreklerini çekerek nehre inmiş. Ölen akrabalarının intikamını almaya kesin kararlılarmış.

Bir gün boyunca yolculuk ettikten sonra, kanoyu barınaklı (kuytu) bir koyda bulmuşlar. Kanonun her iki ucunda bu garip insanlardan birer tanesi derin uykuya dalmışlar.

Savaşçılar onları fark ettiğinde,

O ses yeniden kayıktan yayılmaya başlamış. Bu güçlü ses bu yabancı varlıklar yok edildikleri taktirde. Uzun Ev halkı üzerinde büyük bir mutluluğun hakim olacağını bildirmiş.

Ses konuşmasını bitirdiğinde, savaşçılar akıntıyı çevreleyen ormanlığa gizlenmiş.

Savaşçılardan bir tanesi nehre yaklaşmış. Eline bir taş alıp, çığlıkla uyanan yaratıklardan birisine fırlatmış. O zaman, yalnız savaşçı, garip insanlara dil çıkartmış.

Korkmuş gibi görünerek, koşarak onlardan uzaklaşmış.

Bunu görünce, yaratıklar kanolarını kıyıya çekip, kaçan adamı kovalamaya başlamış.

Savaşçı onları ağaçtan yapılmış bir eve kadar götürmüş ve onları araya çektikten sonra savaş çığlığını atmış. Elinde savaş topuzuyla bu iki takipçinin karşısına geçmiş.

Arkadaşlarının savaş çığlığını duyunca diğer savaşçılar hemen yardıma gelmiş. İki yaratığı çevrelemişler.

Birkaç saniye içinde her ikisi de öldürülmüş.

Savaşçılar kuru dal toplayıp, bir yığın oluşturup, üzerine iki ölü yaratığı yerleştirip dalları ateşe vermiş. Her iki beden kısa sürede küle dönüşmüş.

Bedenlerin küllerinden değişik bir bitki ortaya çıkmış, bu tütünmüş.

O zaman Yeryüzünden yayılan garip ses duyulmuş. Savaşçılara bu bitkiyi nasıl hazırlayacaklarını ve nasıl kullanacaklarını öğretiyormuş. Bu Uzun Ev Halkı’na verilmiş büyük bir armağanmış.



24 Kasım 2014 Pazartesi

Güneş’ in Dansı

Ova yerlilerinin 19. yüzyılda yaptığı ve görülmeye değer olağanüstü törenlerden biridir Güneş Dansı. Genellikle yaz gündönümünde ve yılda bir kere yapılır. Gündönümünden 4 gün önce başlar ve 7 gün boyunca son günün günbatımına dek sürer. (süre ve başlangıç tarihi kabilelerde küçük farklılıklar gösterebilmektedir. )

Yaşam ile ölüm arasındaki döngüyü, ilişkiyi gösterir.

Bunun anlamı şudur; Ölüm ile yaşam sona ermez. Ölüm aynı zamanda bir yeniden doğmadır. Doğanın tümü birbirine sıkı sıkıya bağlıdır. Bu doğadaki herşeye eşitlik verir.

”Örneğin güç veren hayvanlar (medicine animals) fizik ve ruhsal yetenekleriyle aynı bir tütünün parçaları kadar Büyücülere ve Şamanlara benzerler”

Bu töreni yapan kızılderili kabileleri şunlardır. Arapaho, Arikara, Asbinboine, Cheyenne, Crow, Gros, Ventre, Hidutsa, Sioux, Ova Cree’leri, Ova Ojibway’leri, Sarasi, Omaha, Ponca, Ute, Shoshone, Kiowa, ve Blackfoot kabileleri.

Ama uygulanış biçimleri kabileden kabileye değişiklik göstermektedir. Törende buffalo avı önemli temalardandır. Çünkü buffalo avcılığı kızılderili kültürlerinde 18. ve 19. yüzyıl boyunca yaşamsal önemde olmuştur.

İlk iş olarak kabilenin bu işe yetkili kişisi gelir. Uygun ağacı seçer ve diğer kabile erkeklerine onu kesmelerini söyler. Ağaç uzun ve iki ucu çatallı bir ağaçtır.

Kesilen ağaç tören sırasında düşmanı temsil edecektir. Sioux’lar kesilen ağacı buffalo derisiyle sararlar. Bazen bir çadır da kurulur. Çadır dansçının tören sonunda yatıp gördüklerini anlatırken kullanması içindir.

Ağaç sırık yere sıkıca saplanır. Sabah güneş doğu ufuk çizgisinden yükselirken savaşçılar ağaç sırığa saldırırlar . Sembolik olarak silahlarla ve oklarla onu öldürürler.

Keserler ve Güneş Dansı yapılacak yere getirip sıkıca toprağa gömerler. Sırığı toprağa gömmeden önce üst çatal bölgesine yeni öldürülmüş buffaloya ait, kuyruğu üzerinde bulunan buffalo derisi konup , onun da üzerine üstündeki derinin bir bölümü sıyrılmış buffalo kafası sıkıca bağlanır.

Buffalo kafası güneşe doğru çevrilerek sırık yere iyice sabitlenir. Yerle gök arasındaki bağlantıyı sağlayan ağaçtan yapılan sırık dünyanın merkezini sembolize eder

Tören ağacı ana dansçı ve kabilenin adamlarıyla hazırlanır. Ağacın çatalları kartal yuvasını sembolize eder. Kartal ruhlara yakın oturan ve onlarla sürekli iletişim halinde bulunan , bizim yakarışlarımızı Büyük Ruh Wakan Tanka’ya götüren mesajcıdır.

Kartal mesajcı olmasının yanısıra insana özgü özelliklere de semboldür. Cesur, hızlı ve çok güçlüdür. Bunlar bütün savaşçılarda bulunması gereken özelliklerdir. Çok uzakları görebilir ve herşeyi bilebilir. ”Bir kartal dünyanın bütün bilgeliğine sahiptir”

Kartal tüm tören boyunca insanların ruhlarla iletişim kurmasını kolaylaştırır, tören boyunca bir Crow kızılderilisine yetenekleriyle eşlik edebilir, onun geleceği görmesini sağlayabilir.

Kartal tüyü hastalıkları iyileştirebilir. Büyücü Şaman tören sırasında elindeki kartal tüyünü kullanarak güneşin enerjisini hastaya aktarır ve onu iyileştirebilir.

Buffalo Güneş Dansının temelini ouşturur. Güneş Dansının buffaloyla ilişkilendirildiğini açıklayabilecek değişik hikayeler vardır. Shoshone yerlileri buffaloya dokunan kişinin mutlu olacağına, hayatında herşeyin yolunda gideceğine inanırlar. Törende buffalo yemek, buffalo şarkıları söyleyip buffalo dansı yapmak çok yaygındır.

Tören ova kızılderililerinin yaşamı için buffaloların nasıl bir zorunluluk olduğunun açık bir göstergesidir. Buffalo yaşamı sembolize eder çünkü buffalo kızılderilinin yaşaması için herşeydir.

Ova kızılderilileri buffaloyu beslenmeleri, giysileri, barınakları, çocuklarının oyuncakları dahil olmak üzere her türlü eşyalarını yapmak için kullanıyorlardı. Kızılderililerin yaşamı buffalolarla sıkı sıkıya bağlıydı. Güneş Dansı buffaloya bir şükran töreniydi.

Cheyenne kızılderilisi buffalonun güneşle ilişki içinde olduğuna inanır.

Lakota kızılderilisi törendeki sırığa karşı konan kuru bir buffalo penisinin dansçının erkeklik gücünü artırdığına inanır.

Lakotalılar öldürülen buffalonun kendi kemiğinden yeniden meydana geldiğine inanırlar. Hayvanların ve insanların ruhları onların kemiklerinde bulunur.

Tören süresince buffalo kafası değişime uğrar. Ona cömert davranmak için ağzına ve burnuna ot, çim parçaları doldurulur. Amaç insanlar için buffaloyu sağlıklı kılmaktır. Öte yandan otlar buffalonun yeniden yaşamasını sağlayacaktır. Eğer ot olmazsa buffalo yaşayamaz.

Güneş dansı boyunca buffalo ve insanların birbirinden ayrılamaz beraberliği sembolize edilir.

Buffalo yalnız vücutları için gerekli değildir. O kutsaldır da. Buffalo yakalamaya çalışan avcının , avcıların yaptıkları canlandırmalardan oluşan tören her aşamasında buffaloya şükran doludur.

Savaşçılar bazen kendi vücutlarına eziyet ederek özverinin en büyüğüyle teşekkürlerini sunarlar. Dansçı çeşitli kemik ve tahta parçalarını vücuduna iliştirir. Diğerleri onları koparırcasına çeker.(bazen savaşçının vücuduna tutturulan bu kemikler yere saplanmış gergin sırığa iple bağlanır ve gergin sırık kemikleri çeker.)



Bu çok acı vericidir. Bu kendini zorlama yeniden doğmayı sembolize eder. Vücudun duyduğu acı ölümdür ardından yeniden doğuş gelir. Dansçı zihinsel , ruhsal ve bedensel olarak yeniden dünyaya gelir.

Tören bittikten sonra dansçı yatağına yatar ve tören sırasında bağ kurduğu mistik güçlerden aldığı bilgileri veya gördüklerini etrafındakilere anlatır .Onun gördükleri yeni bir şarkı , yeni bir dans biçimi veya gelecekle ilgilidir.

1904 de Amerikan Hükümeti Güneş Dansını yasadışı ilan ederek yasakladı. Birkaç kabile arasında daha sembolik, vücudun fazla zorlanmadığı bir tören biçimi süregeldi. Sonraları kızılderililer kültürlerini yeniden yaşatmak için Güneş Dansı’nı orjinal anlam ve biçimine kavuşturmaya çalıştılar.

23 Kasım 2014 Pazar

Ok Oğlan

Ok Oğlan, harika çocuk, yasa çıkarılan Sioux Yuwipi törenleri boyunca bir sihir gücü vermektedir. Törende büyücü; ürkütücü ışıklar, şıngırtılar ve sesler eşliğinde, işlenmemiş inek derisinden kamçı ve yıldız bir battaniye ile kaplanmış eski bufalo derisinden yapılma kaftanı bir araya getirmekteydi. Çanak-çömlek yapan Pueblolar, Water-Olla Boy efsanesi diye adlandırdıkları bu hikayenin diğer bir versiyonunu geliştirmişlerdir.

Çeyenler, mısırı almasından sonra bile hala kuzeyde oturuyorlardı, kabileden genç bir erkek ve kadın evlenmişti. Kadın hamileydi ve çocuğunu tam dört yıldır rahminde taşıyordu. İnsanlar büyük bir merakla ne olacağını izliyordu. Kadın dördüncü yılın sonunda doğurduğu zaman bebeğin doğaüstü olduğunu kabul ettiler.

Annesi ve babası öldükten sonra çocuğu yalnız yaşayan ninesi yanına aldı. Oğlan yürümeyi ve konuşmayı çabucak öğrenmişti. Bir bufalo postunu aldı ve büyücülerin giyeceği şekilde, tüylerini dışarı getirerek katlamayı öğrendi.

Çeyenlerde bazı doğaüstü yeteneklere ve güçlere sahip büyücüler vardı. Bazen biraraya gelirler ve bir yerde toplanırlardı. Büyük bir çember şeklinde oturup ilahiler okur ve kutsal törenler yaparlardı, sonra herkes kalabalık toplanmadan önce mucizelerini gösterirdi.

Bu sihirli danslar çocuk on yaşına geldiğinde devam ediyordu. Oğlan ninesine onlara katılıp katılamayacağını sordurttu ve büyükler onu kabul ettiler. "Nerede yaşamak istersin?" diye sordu şef, bunun anlamı 'nerede oturmak istiyorsun'dur. Törensiz bir biçimde oğlan şefin yanına oturdu. Ona yer gösterene çocuk direktifleri verdi, tüm vücudu kırmızıya boyanacak ve yüzünün, bileklerinin ve dizlerinin çevresine siyah çemberler çizilecekti.

Gösteri çemberin sonundan başladı. Sıra Oğlana geldiğinde oradakilere ne yapacağını sordu. O tütsü yakmak için yumuşak otlar kullanırdı. Ondan sonra dumanın içinden, bufalo sinirinden yapılmış yayını kuzeye, güneye, doğuya ve batıya doğru çevirdi. Kaftanını giymek ve yayını boynuna takmak için iki kişiden yardım istedi. Bütün güçleriyle çektiler fakat onu yerinden hareket ettiremediler. Daha hızlı çekmelerini söyledi ve onlar bunu yaptığında Oğlanın kafası incindi. Kafası kaftanın altında kaldı ve adamlar kaftanı çıkardı.

Şimdi çocuğun yerinde çok yaşlı bir adam oturuyordu. Yaşlı adamı cüppe ile sardılar ve tekrar çekmeye başladılar. Bu seferde insan kemikleri ortaya çıktı bir kafatasıyla birlikte. Üçüncü seferde ise kaftanı kemiklerin üstüne serdiler ve kaldırdılar. Hiçbir şey yoktu. Dördüncü seferde ise kaftanı boş bir yere serip sonra kaldırdılar. Şimdi ise harika çocuk hiçbir şey olmamış gibi orada oturuyordu.

Çeyenler büyü dansından sonra, bufalo avlamak üzere kamplarına doğru harekete geçtiler. Annelerini görmek için bütün güçlerini harcayan danaları avlamaya giden çocuklara öncülük etti muhteşem oğlan. Çocuklar etrafta beş ya da altı tane dana gördüler ve içlerinden birini oklarıyla öldürdüler. Çok dikkatli bir şekilde, kemikten yapılma bıçaklarını kullanarak derisini yüzmeye başladılar. Toynaklarını atıyorlar ve kafasını bozmamaya özen gösteriyorlardı çünkü harika çocuk bu deriyi kaftan için kullanacaktı.

Çocuklar işlerini yaparken bir adam bir köpek sürüsünü onlara doğru yönlendirdi. Bu adam kabile şefi Genç Kurttu ve etrafa dağılmış kemikleri toplamak için gelmişti. Çocuklara o bufaloyu alacağını ve onu bırakmalarını söyledi.

Bunun üzerine muhteşem çocuk dışındakiler adamın söylediklerini yerine getirdi. Muhteşem çocuk ise işine devam ederek sadece derisini alacağını söyledi. Adam çocuğu kenara itti fakat çocuk kalkarak deriyi yüzmeye devam etti. Bunun üzerine adam bu sefer çocuğu şiddetli bir şekilde yere fırlattı. Çocuk kalktı ve işine devam etti. Arka bacağın derisini yüzer gibi yaparak dizinden kesti ve toynağından tutarak ayırdı. Adam çocuğa bu sefer omzuyla yüklenerek kenara itmek istedi fakat çocuk az önce kestiği bufalo bacağı ile adamın ensesine sert bir vuruş yaptı. Bunun üzerine adam olduğu yere yığılıp kaldı.



Çocuklar hemen kampa koştular ve büyük bir heyecanla başlarından geçenleri anlattılar. Savaşçılar toplandılar ve harika çocuğu öldürmeye karar verdiler. Çocuğu bulmak için şeflerinin cesedinin etrafına bakmaya gittiler fakat çocuk kampa dönmüştü. Ninesinin yanına gelmişti ve ninesi ona yemek yapıyordu. Tam o sırada savaşçılar etrafı kapladı. Çocuk çömlekteki yemeği hemen ateşe döktü ve böylece çıkan dumandan yararlanarak ninesini orada bırakarak kaçtı.

Savaşçılar etrafa bakınmaya başladılar ve çocuğu çeyrek mil ötede doğuya doğru giderken gördüler. Hemen peşine düştüler fakat ulaşılacak gibi görünmüyordu. Dört kez denediler bunu fakat başaramayacaklarını anlayarak bıraktılar.

İnsanlar harika çocuktan korkar oldu. Her gün aradılar ve en son gördüklerinde yakındaki bir tepenin başındaydı. Tüm kamp tam beş kez izledi onu ve her seferinde farklı bir elbise ile göründü. İlk geldiğinde bufalo derisinden yapılmış bir başlık vardı, kırmızı kalkanlı savaşçı gibiydi. Boynuzları, mızrağı, kırmızı kalkanı ve her bir koluna bağlanmış bufalo kuyruğu vardı üzerinde. İkinci geldiğinde siyah ve sarıya boyanmış vücudu, başına yapıştırdığı kuş tüyleri ile bir Coyote savaşçısıydı.

22 Kasım 2014 Cumartesi

Kızılderili Astrolojisi


Zodyak Kuşağını eskiden beri tanıyanlar ve gökyüzünün büyülü bilgeliğini yetkin bir şekilde kullananların başında Kızılderililer gelir.
Kızılderililer, Zodyak Kuşağını bir Şifa Çemberi olarak tanımlarlar ve insan özgü her türlü problemin bu çember sayesinde çözülebileceğine inanırlardı.


Bu Büyülü Çemberin rehberliğinden faydalanarak, yaşamlarına yön verirler, önemli tarihlerini belirlerlerdi.
Değişik yaşlarda, değişen enerjilerinin akışını sağlamak ve kendilerini farklı şartlara adapte edebilmek için kendi yaşamlarının doğum-ölüm-yeniden doğum çemberini tanımayı isterlerdi.
Onlara göre, her insanın doğduğu tarih Şifa Çemberine giriş noktasını ve madenler-bitkiler-hayvanlar alemine, yani kısacası dünyadaki yaşama katılımını belirlerdi.

21 Kasım 2014 Cuma

Kızılderili Atasözleri

Ağlamaktan korkma! Zihindeki ıstırap veren düşünceler gözyaşı ile temizlenir.
Arkamda yürüme, ben öncün olmayabilirim. Önümde yürüme, takipçin olmayabilirim. Sana uymayabilirim. Yanımda yürü ki böylece seni görebileyim, böylece ikimiz eşit oluruz.
Ute Boyu
Aşkı tanıdığında, Yaratıcı'yı da tanırsın.
Fox Boyu
Avlayacaksan en zayıf geyiği avla, çünkü sağlam olanlar yeni neslin devamını sağlayacaktır.
Barış ve mutluluk her anda mevcuttur. Barış ve mutluluk her adımdadır. Ruhun meseleleri için siyasi çözümler yoktur.
Bir başkasının kabahati hakkında konuşmadan önce daima kendi çarığının içine bak.
Sauk Boyu
Bir düşman çok, yüz dost azdır.
Hopi Boyu
Bir kere "Al şunu" demek, iki kere "Ben vereceğim" demekten iyidir.
Biz ağaçlara zarar vermek istemeyiz. Ne zaman onları kesmemiz gerekse, önce onlara tütün ikram ederiz. Odunu asla ziyan etmeyiz, lazım olduğu kadar keser, kestiğimizin hepsini kullanırız. Eğer onların hislerini düşünmez ve kesmeden önce tütün ikram etmezsek, ormanın diğer bütün ağaçları gözyaşı dökecektir, bu da bizim kalbimizi yaralar.
Bütün Kızılderililer her yerde durmadan dans etmelidir. Önümüzdeki ilkyaz Yüce Ruh gelecek. Bütün av hayvanlarını geri getirecek. Avdan geçilmeyecek bu topraklarda. Bütün ölü Kızılderililer geri gelecek ve yeniden yaşayacaklar.
Wovoka Boyu
Doğum yapan her şey dişidir. Kadınların ezelden beri bildiği kainatin dengelerini erkekler de anlamaya başladıkları zaman, dünya daha iyi bir dünya olmak üzere degişmeye başlamış olacaktır.08.03.2007
Mohawk Boyu
Dur, dinle. Hep konuşursan hiç bir şey duyamazsın.
Dünyadaki her şeyin bir sebebi vardır. Her bitki bir hastalığı tedavi etmek için büyür. Ve her insan bir görevle yaratılmıştır.
Düşmanımı cesur ve kuvvetli yap! Eğer onu yenersem utanç duymayayım.
Apache Boyu
Eğer bir ülkede gölgelerin boyu insanların boyunu geçmişse o ülkede güneş batıyor demektir.
Eğer herkes bir başkası için bir şey yaparsa dünyada ihtiyaç içinde kimse kalmaz. Sadece bir kişiye yardım et! Şimdiki usul bu değil ama inanıyorum, insanlar bu yolu öğrenecekler.
Eğer sorsanız: 'Sessizlik nedir?' Cevap veririz: O Büyük Ruh' un sesidir. Yine sorsanız: 'Sessizliğin meyveleri nelerdir?' Cevap veririz: Kendi kendini kontrol, gerçek cesaret demek olan metanet, sabır, vakar ve saygı.'
Fakir olmak, şerefsiz olmaktan daha küçük bir meseledir.
Gözlerde yaş yoksa, ruh gökkuşağına sahip olamaz.
Gözün ile değil, yüreğin ile hüküm ver.
Günümüzde insanlar bilgiyi arar oldu, hikmeti değil. Halbuki bilgi mazidir, hikmet ise istikbal.
Lumbee Boyu
Hayvanlar olmadan insanlar nedir ki? Eğer bütün hayvanlar kaybolup giderse insanoğlu büyük bir ruh yalnızlığı içinde ölecektir. Hayvanlara ne olduysa insanlara da aynısı olur. Her şey birbirine bağlıdır. Yerkürenin başına gelen, yerkürenin çocuklarının da başına gelecektir.
Her şey aynı nefesten alır: Hayvanlar, insanlar, ağaçlar... Hayvanlar olmazsa insanlar ne yapar? Tüm hayvanlar gitse insanların ruhu büyük bir yalnızlığa boğulur; insanlar yalnızlıktan ölür. Kızılderili Reisi Seattle
Her şey halkadır. Her birimiz kendi hareketlerimizden sorumluyuz. Hepsi döner dolaşır, bize geri gelir.
Herbirimizin farklı bir rüya gördüğünü hatırlatmakta fayda var.
İhanet arkadaşlık zincirini karartır, fakat vefa onu her zamankinden parlak yapar.
İlkbaharda usul usul yürü; toprak ana hamiledir...
İnsan iki ruhludur içinde bir iyi köpek birde kötü köpek kavga eder. Hangisini daha çok beslersen o kazanır
İnsan tabiattan uzaklaştıkça kalbi katılaşır.
İnsanın gözleri öyle kelimelerle konuşur ki dil onları telaffuz edemez.
Kartalı vuran kendi tüyünden yapılmış oktur.
Kaybetmeyi ahlaksız bir teklife tercih et. İlkinin acısı bir an, diğerinin vicdan azabı bir ömür boyu sürer.
Kehanet, muhtemel bir olayı kesin bir bakış ile görmekten başka şey değildir. Hava ya bulutlu olacaktır, ya da güneş açacaktır.
Cherokee Boyu
Komşun hakkında hüküm vermeden önce, iki ay onun makosenleriyle yürü!
Cheyenne Boyu
Nimet de külfet de 'Büyük Ruh' un elindedir. Bazen onun külfeti bizi nimetinden daha fazla akıllandırır.
Ölüler güç ve bilgilerini beraberinde götürmez, yaşayanlara ilave eder.
Hopi Boyu
Senin vicdanın senden başkasını temsil edemez.
Sevgi ile yorulmadan ilerleriz. Sevgi ile, sadece onunla başkaları için fedakarlık yapabiliriz.
Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde; beyaz adam paranın yenmeyen birşey olduğunu anlayacak.
Su gibi olmalıyız. Her şeyden aşağıda, ama kayadan bile kuvvetli.
Siyu Boyu
Şeytan hakkında konuşmayın. Gençlerin kalbinde merak uyandırır.
Siyu Boyu
Unutmayın çocuklarınız sizin değildir. Onu Yaratıcı'dan ödünç aldınız.
Mohawk Boyu
Ulu Ruh'un kelimeleri meşe yaprağı gibi sararıp düşmez: çam yaprağı gibi ilelebet yeşil kalır.
Üç barış vardır: Birinci barış, en önemli barıştır. İnsan ruhundadır o. İnsan, kainatla ve kainatın bütün güçleri ile olan ilişkisini, beraberliğini farkettiğinde, kainatın merkezinde Büyük Ruh'un durduğunu ve bu merkezin her yerde, her birimizin içinde olduğunu farkettiğinde birinci barış sağlanmıştır. Bu gerçek barıştır, diğerleri sadece bunun akisleridir. İkinci barış iki fert arasında olan barıştır. Üçüncü barış ise iki millet arasında yapılır. Fakat hepsinden önce, anlamalısınız ki 'gerçek barış' dediğim birinci barış, insanın ruhundaki barış yoksa ne fertler ne de milletler arasında barış olabilir.
Yağmur iyilerin üzerine de yağar, kötülerin de..
Yanlışı gören ve önlemek için eli uzatmayan yanlışı yapan kadar suçludur.
Yapmamız gereken: her şeyi eski sadeliğine döndürmektir, böylece bozulan düzenimiz yeniden kurulacaktır.
Yaşlılık ölüm kadar şerefli değildir. Yine de çok kimse onu ister.
Yeryüzü, bize atalarımızdan miras kalmadı,çocuklarımızdan ödünç aldık.
Bir insanı küçümsemek akılsızlık, çok büyük görmek de korkaklıktır.

20 Kasım 2014 Perşembe

Beyaz Sarayda ki Büyük Reis

Beyaz saraydaki Büyük Beyaz Reis ! 
Gökyüzünü, toprağın sıcaklığını nasıl satın alabilirsiniz ya da satabilirsiniz? Bunu anlamak, bizler için çok güç. Bu toprakların her 
parçası halkım için kutsaldır. Çam ağaçlarının pırıldayan iğneleri, vızıldayan böcekler, ak kumsallı kıyılar, karanlık ormanlar ve 
sabahları çayırları örten buğu, halkının anılarının ve geçirdiği yüzlerce yıllık deneylerinin bir parçasıdır.Ormanların, ağaçların 
damarlarında dolaşan su, atalarımın anılarını taşır. Biz buna inanırız. Beyazlar için durum böyle değildir.Bir beyaz ölüp, yıldızlar 
evrenine göçtüğü zaman, doğduğu toprakları unutur. Bizim ölülerimizse, doğduğu toprakları unutmaz. Çünkü Kızılderili, gerçek 
anasının toprak olduğunu bilir. 
Washington'daki Büyük Beyaz Reis bizden toprak almak istediğini yazıyor. Bu bizim için çok büyük bir özveri olur. Büyük Beyaz 
Reis, bize, rahat yaşayacağımız bir yerin ayrılacağını, bize babalık edeceğini, biz Kızılderililerinse, O'nun çocukları olacağımızı 
söylüyor. Bu önerinizi düşüneceğiz ama ; yine de önerinizi kabul etmemizin kolay olmayacağını itiraf etmek zorundayım. 
Çünkü,topraklar bizler için kutsaldır. Derelerin ve ırmakların suyu, bizim için, yalnızca akıp giden su değildir ; atalarımızın 
kanıdır aynı zamanda. Bu toprakları size satarsak ; bu suların ve toprakların kutsal olduğunu çocuklarımıza öğretmeniz gerekecek. 
Biz, dereleri ve ırmakları, kardeşimiz gibi severiz. Siz de aynı sevgiyi gösterebilecekmisiniz kardeşlerimize ? 
Biliyorum ; beyazlar bizim gibi düşünmezler. Beyazlar için bir parça toprağın, ötekinden ayrımı yoktur. Beyaz adam, topraktan almak 
istediğini almaya bakar ve sonra yoluna devam eder. Çünkü toprak, beyaz adamın dostu değil, düşmanıdır. Beyaz adam topraktan, 
istediğini alınca, başka serüvenlere atılır. Beyaz adam, anası olan toprağa, ve kardeşi olan gökyüzüne, alınıp satılacak işlenecek, 
yağmalanacak birşey gözüyle bakar. onun bu ihtirasıdır ki; toprakları çölleştirecek ve herşeyi yiyip bitirecektir. 
Beyaz adamın kurduğu kentleri de anlayamayız biz Kızılderililer. Bu kentlerde huzur ve barış yoktur. Beyaz adamın kurduğu 
kentlerde bir çiçeğin taç yapraklarının açarken çıkardığı sesler, bir kelebeğin uçarken çıkardığı kanat sesleri duyulmaz. Belki 
vahşi olduğum için anlayamıyorum ; ben ve halkım için önemli olan şeyler oldukça başka. İnsan ; bir su birikintisinin çevresinde 
toplanmış kurbağların, ağaçlardaki kuşların ve doğanın seslerini duymadıkça, yaşamın ne anlamı, ne değeri olur ? 
Biz Kızılderiliyiz ve anlamıyoruz. Biz Kızılderililer, bir su birikintisinin yüzünü yalayan rüzgarın sesini ve kokusunu severiz. 
Çam ormanlarının kokusunu taşıyan ve yağmurlarla yıkanıp gelmiş meltemleri severiz. Hava önemlidir bizler için. Ağaçlar, 
hayvanlar ve insanlar aynı havayı solur. Beyaz adam için, bunun da önemi yoktur. 
Ancak size bu toprakları satacak olursak ; havanın temizliğine önem vermeyi de öğrenmeniz gerekecek. Çocuklarınıza havanın 
kutsal bir şey olduğunu, havanın temizliğine önem vermek gerektiğini öğretmelisiniz. Hem nasıl kutsal olmasın 
hava ? 
Atalarımız doğdukları gün ilk soluklarını ; ölürken de son soluklarını bu havayla solumuşlardır. 
Toprak satmamız için yaptığınız öneriyi inceleyeceğim. Eğer önerinizi kabul edecek olursak ; bizim de bir koşulumuz olacak. Beyaz 
adam bu topraklar üstünde yaşayan tüm canlılara saygı göstersin. Ben bir vahşiyim ve başka düşünemiyorum.... 
Yaylalarda cesetleri kokan binlerce buffalo gördüm. Beyaz adam trenle geçerken vurup vurup öldürüyordu. Dumanlar püskürten 
demir atın bir buffalodan daha değerli olduğuna aklım ermiyor. Biz Kızılderililer, yalnızca yaşayabilmek için öldürürüz hayvanları... 
Tüm hayvanları öldürecek olursanız, nasıl yaşayabilirsiniz ? Canlıların yok edildiği bir dünyada, insan ruhu, yalnızlık duygusundan 
ölür gibi geliyor bize. Unutmayın ; bugün canlıların başına gelen, yarın insanın başına gelecektir. Çünkü, bunlar arasında bir bağ 
vardır. 
Şu gerçeği iyi biliyorum: Toprak insana değil, insan toprağa aittir. Ve bu dünyadaki her şey ; bir ailenin bireylerini birbirine 
bağlayan kan gibi ortaktır ve birbirine bağlıdır. Bu nedenle de ; dünyanın başına gelen her felaket, insanoğlunun da başına gelmiş 
demektir. 
Bildiğimiz bir gerçek daha var : Sizin Tanrınız, bizimkinden başka bir Tanrı değil. Aynı Tanrı'nın yaratıklarıyız. Beyaz adam, bir 
gün belki bu gerçeği anlayacak ve kardeş olduğumuzun ayrımına varacaktır. Siz, Tanrımızın başka olduğunu düşünmekte 
özgürsünüz. 
Ama Tanrı, hepimizi yaratan tanrı için, Kızılderili ile Beyazın arasında fark yoktur. Ve Kızılderililer gibi Tanrı da, toprağa değer 
verir. 
Toprağa saygısızlık, Tanrı'nın kendine saygısızlıktır. 
Beyaz adamı bu topraklara getiren ve ona, Kızılderiliyi boyunduruk altına alma gücü veren Tanrı'nın kaderini anlamıyorum. Tıpkı 
buffaloların öldürülüşünü, ormanların yakılışını, toprağın kirletlişini anlamadığım gibi... 

Bir gün bakacaksınız ; gökteki kartallar, dağları örten ormanlar yok olmuş ; yaban atları evcilleştirilmiş ve her yer, insanoğlunun 
kokusuyla dolmuş. İşte o gün, insanoğlu için, yaşamın sonu ve varlığını sürdürebilme savaşının başlangıcı gelip çatmış olacak..... 

(Aşağıdaki metin, Kızılderili reisi Seattle'ın 1854 yılında kendisinden toprak satın almak isteyen ABD 

cumhurbaşkanına yazdığı mektuptan bir parçadır.)