Evvel zaman içinde, Gerçek Halk olan Onkwehonwe’ler ne yayı ne de oku biliyormuş. O zamanlarda, genellikle avlanma için kullanılan silah mızrakmış.
Bir gün Okwironto (ok-gwi-Loon-doe) adında genç bir avcı, Ayı avlamak üzere köyünden ayrılmıştı. Tek silahı ucu çakmaktaşından yapılmış uzun bir mızraktı. Okwironto uzun süre yürümüştü; Ayı’nın hiçbir izine rastlamamıştı. Bir süre sonra, oraya çok yakında olan ormanlık küçük bir vadide bir Ayı bulabileceği gikri aklına geldi. Orada Yabani Üzüm bulunuyormuş; Düşen Yapraklar Ay’ı mevsimiymiş (yaklaşık ekim ayı); üzümler olgunlaşmış ve hiç şüphesiz Ayı o anda onlarla kendine ziyafet çekiyor olmalıymış...
Okwironto yanılmamış. Ormanın en sık kısmına girdiği zaman kocaman siyah bir şekil görmüş... Bu üzümleri yemekle meşgul olan ayı Okwariymiş! Zaman zaman, bir taraftan üzümü yutarken bir taraftan da küçük zevk iniltileri çıkarıyormuş. Genç avcı, neredeyse Ayının ona ulaşabileceği yere kadar sokulmuş. Sakin bir şekilde, öldürmek üzere mızrağını kaldırmış... Ve o zaman işte bunlar olmuş: Okwironto mızrağını fırlatmaya hazırlandığı sırada, ayağı kayanın üzerinden kaymış ve yere, neredeyse Ayının ayaklarının dibine serilmiş! O şaşkınlıkla bir çığlık atmış ve Ayının bulunduğu yere doğru bakmış. Hâlâ mızrağını elinde tutuyormuş, ama bulunduğu yerden onu fırlatamıyormuş. Ayı Okwari, bir insan karşısında –üstelik bir avcı- her halükarda kaçarmış, ancak genç adamın aniden belirmesi onu o kadar şaşırtmış ki –birçok boz ayının yaptığı gibi- kaçmak yerine, geri dönmüş ve yaklaşmış...
Okwironto’nun yeniden ayağa kalkması için çok uzun zaman gerekmemiş. Bir hamlede ayağa kalkmış ve kısa bir zaman içinde kendini ormanın göbeğinde bulmuş. Ayı, avcının kaçtığını görünce, cesaretlenip onu izlemeye başlamış. İlk başta avcı da Ayı da aynı hızı korumuş, ancak Ayı arayı çok çabuk kapatmaya başlamış...
Okwironto, ayının çok kısa sürede kendisine yetişip onu paramparça edeceğini biliyormuş. Evinde onu bekleyen eşini ve oğlunu düşünmüş... Bu düşünceyle, hayatını teslim etmek yerine ayıyı öldürmeye kesin karar vermiş. Avcı birden dönüp mızrağını fırlatmış.... Ancak mızrağın ucu genç bir dişbudağın tepesinde birbirine geçmiş bağın içine saplanmış. Onu oradan kurtarmaya çalışmış, ancak sadece genç ağacı bükmeyi başarabilmiş.
Ayı Okwironto’ya ulaşacakken; avcı tekrar mızrağını kurtarmaya çalışmış... Onu çekerek yalnızca dişbudağı yere kadar bükebilmiş. Çok beklemeden haykırmış, mızrağı bırakmış ve koşmaya başlamış... Ayının onu izlemediğini fark ettiğinde henüz birkaç adım atmış! Dönüp arkasına bakmış... Ayı, boynu mızrakla parçalanmış bir şekilde, yerde yatıyormuş. Bedeninin etrafındaki kan, yaprakları ağır ağır kırmızıya boyuyormuş ve Okwari ölmeden önce son olarak birkaç kez titremiş.
Avcı, şaşırmış bir şekilde neler olduğunu anlamak için olay yerine geri dönmüş. Üzüm asmasına takılan mızrak, genç ağacın bükülmesine neden olmuş...bir yay gibi! Üzüm asması, ip görevini görmüş ve avcı mızrağı çektiği zaman ağacı bükmüş. Mızrağı bıraktığı zaman, genç ağaç birden dikleşmiş, bu hareketin kuvveti bağın sapını sertçe germiş ve mızrağı Okwari’nin boynuna fırlatmış!
Avcı yeniden mızrağı eline almış ve ucunu bağın sapına yerleştirmiş; geriye doğru çekmiş ve genç ağacı bükmüş... Ağaç hemen hemen yer seviyesine kadar geldiğinde bırakmış ve mızrak havaya fırlamış... Yay, işte bu şekilde icat edilmiş.
Zamanla, Gerçek Halk olan Onkwehonweler daha genç ağaçlarla daha küçük yaylar üretmiş. Üzüm asması ipi yerine ham deri kullanmışlar. Ağır bir mızrak yerine, tüylü kanatlarla, ucu çakmaktaşlı ok kullanmışlar. Ve böylece Yay Onkwehonweler için son derece değerli bir araç haline gelmiş.
30 Kasım 2014 Pazar
27 Kasım 2014 Perşembe
Ateşin Keşfedilmesi ( Iroquois Efsaneleri )
Mohawklar’da, günümüzde de eski zamanlardaki gibi, bir oğlan 14 yaşına girdiği zaman, uzaklarda dağlarda, kutsal bir yere gitmek için, babası eşliğinde uzun bir yolculuğa çıkması adettenmiş. Babasının talimatlarını dinledikten sonra, oğlan orada en az dört gün yalnız kalırmış. Bu süre içinde, genç Mohawk “Dream Fast” adı altında bilinen “düşlemek için oruç tutma” törenini yerine getirirmiş.
Bu ayin onun için çok önemliymiş.
Onu başarmak, artık bir çocuk değil, bir yetişkin olduğu anlamına gelirmiş. Oruç süresince, kılanının ruhu rüyasına girermiş ve hangi kuşun, hangi hayvanın veya hangi bitkinin hayatı boyunca onun koruyucusu olacağını açıklarmış. Oruçtan sonra, rüyasında beliren yaratığın bir şeyini koruyup sonsuza kadar onu hekim-çantasında saklamalıymış.
Mohawklar’da üç kılan varmış: Ayı Kılanı,Kaplumbağa Kılanı ve Kurt Kılanı. Eğer oruç tutan kişi Kaplumbağa Kılanı mensubuysa, Kaplumbağanın Ruhu bir rüyasında belirirmiş ve ona gelecekteki Koruyucusunu gösterirmiş. Eğer Kılanının Ruhu ona orucu sırasında belirmezse, onu her gün ziyaret eden babası onu kurtarır ve tam bir başarısızlık duygusu içinde onu eve götürürmüş. İkinci bir şansı olmazmış. Oruç tutan kişi oruç mekanını, yalnızca kısa bir süre için güneşin batışından sonra terk edebilirmiş. Susuzluğunu gidermek için su içebilirmiş, ancak yemek yemesi yasakmış.
Otsiera (Oh-gee-A-rah) Ayı Kılanının mensubuymuş ve meşhur bir şefin oğluymuş. Birçok yönden başarılıymış: koşuda en hızlıymış, oyunlarda hep birinciymiş ve ulusun en iyi çomak oyuncularından biriymiş; oklarını diğer bütün arkadaşlarından daha uzağa ve düzgün fırlatabilirmiş; ormanları ve nehirleri çok iyi bilirmiş ve avlanmadan elleri, daima ihtiyacı olanlar arasında paylaştırdığı, geyik etiyle dolu dönermiş. Halkının gururuymuş.
Tören zamanı gelmiş. Çilekler Ay’ı dönemiymiş. Otsiera gücünü ve dayanıklılığını sınamak için sabırsızlanıyormuş. Dağın çok yükseklerinde, kocaman bir kornişin üzerine genç ağaçlarla kulübesini kurmuş. Daha sonra onu yağmurdan korumak için üzerini belsem çamı ile kaplamış. Çarıkları ve iç donu hariç tüm giysilerini çıkarmış. Kılanının Ruhuna yalvarmış ve bu basit sığınağın içine girmiş. Ancak dört güneş sonrasında, hâlâ Kılanının Ruhu genç savaşçıya belirmemiş.
Beşinci güneş de doğmuştu ki babası belirmiş. Sığınağın dallarını sallamış ve Otsiera’dan dışarı çıkmasını istemiş.
Boğuk ve zayıf bir sesle babasından bir gün daha vermesini rica etmiş. Babası bir sonraki gün köye dönmesini gerektiğini söyleyerek oradan ayrılmış. O gece, Otsiera kulübesinden dağı seyrediyormuş. Uzaklardan şimşeğin boğuk gürlemesini duymuş. Bu gürlemeler gitgide şiddetlenmiş, yıldırımlar gökyüzünü aydınlatıyormuş...
“Büyük Yıldırım Adam Ratiweras (Rah-dee-way-rahs) bana yardım et, bana Kılanımın Ruhunu gönder” diye yalvarmış. Henüz konuşmasını bitirmemiş ki, kör edici bir yıldırım gökyüzünü aydınlatmış ve gök gürültüsü dağın zirvesini titretmiş. Otsiera bakmış ve Kılanın Ruhunu görmüş: Kulübesinde, yanı başında duran kocaman bir ayı...
Birden Ayı konuşmuş: “Bu gece Otsiera, yalnızca sana değil, bütün Onkwehonwe’lara (oon-gway-HOON-way) yardımcı olacak bir güç elde edeceksin. Kör edici bir yıldırım olmuş Otsiera görsel rüyasından çıkmış. Gözlerini ovuşturup Kılanının Ruhunu aramış... Ayı gitmiş. Oğlan kendi kendine koruyucusunun kim olacağını düşünmüş. Dışarıya bakmış. Fırtına henüz dinmemiş. Ve birdenbire dışardan gelen garip bir ses duymuş. Bu bir gıcırtıymış. Kendi kendine hangi hayvanın veya hangi kuşun bu kadar iğrenç bir gürültü çıkarabileceğini düşünmüş...
Ancak bu gürültü durmuş; ve neredeyse başının üzerinde, bu gürültüye neyin neden olduğunu görmüş: rüzgarla beraber iki çam ağacı, dallarını birbirininkine sürtüyormuş. Otsiera bakmış ve garip bir şey görmüş: dağa doğru esen, şiddetli rüzgar, ağaçları gitgide daha hızlı bir şekilde eğiyor ve sallıyormuş. İki ağacın birbirlerine sürtündükleri yerden ince bir duman şeridi belirmiş... ve ağaç ateş almış!
Otsiera önce çok korkmuş. Halkından hiç kimse ateşi bu kadar yakından görmemiş ve ondan korkulurmuş. Oğlan, Kılanının Ruhunu hatırlamış. “Büyük Ayı, hiç şüphesiz bundan söz ediyordu” diye düşünmüş. İşte o gün Otsiera iki kuru çam ağacı dalını eline almış; bir gece önce fırtınada gördüğü üzere, dalları birbirine sürtmeye başlamış. Çok çabuk yorulmuş ve tam dalları atmaya hazırlanırken, ince bir duman şeridi fark etmiş. Sedir ve kuru otla hemen büyük bir ateş yakmış.
Gün ortasında babası iki şefle beraber geldiğinde, mutlu bir Otsiera bulmuş. İleride halkından herkese yardım edecek güçlü bir Koruyucusu ve büyük bir gücü vardı.
Çok uzun zaman öncesinde, ateş Gerçek Halk olan Onkwehonwe’lara işte böyle gelmiş.
Bu ayin onun için çok önemliymiş.
Onu başarmak, artık bir çocuk değil, bir yetişkin olduğu anlamına gelirmiş. Oruç süresince, kılanının ruhu rüyasına girermiş ve hangi kuşun, hangi hayvanın veya hangi bitkinin hayatı boyunca onun koruyucusu olacağını açıklarmış. Oruçtan sonra, rüyasında beliren yaratığın bir şeyini koruyup sonsuza kadar onu hekim-çantasında saklamalıymış.
Mohawklar’da üç kılan varmış: Ayı Kılanı,Kaplumbağa Kılanı ve Kurt Kılanı. Eğer oruç tutan kişi Kaplumbağa Kılanı mensubuysa, Kaplumbağanın Ruhu bir rüyasında belirirmiş ve ona gelecekteki Koruyucusunu gösterirmiş. Eğer Kılanının Ruhu ona orucu sırasında belirmezse, onu her gün ziyaret eden babası onu kurtarır ve tam bir başarısızlık duygusu içinde onu eve götürürmüş. İkinci bir şansı olmazmış. Oruç tutan kişi oruç mekanını, yalnızca kısa bir süre için güneşin batışından sonra terk edebilirmiş. Susuzluğunu gidermek için su içebilirmiş, ancak yemek yemesi yasakmış.
Otsiera (Oh-gee-A-rah) Ayı Kılanının mensubuymuş ve meşhur bir şefin oğluymuş. Birçok yönden başarılıymış: koşuda en hızlıymış, oyunlarda hep birinciymiş ve ulusun en iyi çomak oyuncularından biriymiş; oklarını diğer bütün arkadaşlarından daha uzağa ve düzgün fırlatabilirmiş; ormanları ve nehirleri çok iyi bilirmiş ve avlanmadan elleri, daima ihtiyacı olanlar arasında paylaştırdığı, geyik etiyle dolu dönermiş. Halkının gururuymuş.
Tören zamanı gelmiş. Çilekler Ay’ı dönemiymiş. Otsiera gücünü ve dayanıklılığını sınamak için sabırsızlanıyormuş. Dağın çok yükseklerinde, kocaman bir kornişin üzerine genç ağaçlarla kulübesini kurmuş. Daha sonra onu yağmurdan korumak için üzerini belsem çamı ile kaplamış. Çarıkları ve iç donu hariç tüm giysilerini çıkarmış. Kılanının Ruhuna yalvarmış ve bu basit sığınağın içine girmiş. Ancak dört güneş sonrasında, hâlâ Kılanının Ruhu genç savaşçıya belirmemiş.
Beşinci güneş de doğmuştu ki babası belirmiş. Sığınağın dallarını sallamış ve Otsiera’dan dışarı çıkmasını istemiş.
Boğuk ve zayıf bir sesle babasından bir gün daha vermesini rica etmiş. Babası bir sonraki gün köye dönmesini gerektiğini söyleyerek oradan ayrılmış. O gece, Otsiera kulübesinden dağı seyrediyormuş. Uzaklardan şimşeğin boğuk gürlemesini duymuş. Bu gürlemeler gitgide şiddetlenmiş, yıldırımlar gökyüzünü aydınlatıyormuş...
“Büyük Yıldırım Adam Ratiweras (Rah-dee-way-rahs) bana yardım et, bana Kılanımın Ruhunu gönder” diye yalvarmış. Henüz konuşmasını bitirmemiş ki, kör edici bir yıldırım gökyüzünü aydınlatmış ve gök gürültüsü dağın zirvesini titretmiş. Otsiera bakmış ve Kılanın Ruhunu görmüş: Kulübesinde, yanı başında duran kocaman bir ayı...
Birden Ayı konuşmuş: “Bu gece Otsiera, yalnızca sana değil, bütün Onkwehonwe’lara (oon-gway-HOON-way) yardımcı olacak bir güç elde edeceksin. Kör edici bir yıldırım olmuş Otsiera görsel rüyasından çıkmış. Gözlerini ovuşturup Kılanının Ruhunu aramış... Ayı gitmiş. Oğlan kendi kendine koruyucusunun kim olacağını düşünmüş. Dışarıya bakmış. Fırtına henüz dinmemiş. Ve birdenbire dışardan gelen garip bir ses duymuş. Bu bir gıcırtıymış. Kendi kendine hangi hayvanın veya hangi kuşun bu kadar iğrenç bir gürültü çıkarabileceğini düşünmüş...
Ancak bu gürültü durmuş; ve neredeyse başının üzerinde, bu gürültüye neyin neden olduğunu görmüş: rüzgarla beraber iki çam ağacı, dallarını birbirininkine sürtüyormuş. Otsiera bakmış ve garip bir şey görmüş: dağa doğru esen, şiddetli rüzgar, ağaçları gitgide daha hızlı bir şekilde eğiyor ve sallıyormuş. İki ağacın birbirlerine sürtündükleri yerden ince bir duman şeridi belirmiş... ve ağaç ateş almış!
Otsiera önce çok korkmuş. Halkından hiç kimse ateşi bu kadar yakından görmemiş ve ondan korkulurmuş. Oğlan, Kılanının Ruhunu hatırlamış. “Büyük Ayı, hiç şüphesiz bundan söz ediyordu” diye düşünmüş. İşte o gün Otsiera iki kuru çam ağacı dalını eline almış; bir gece önce fırtınada gördüğü üzere, dalları birbirine sürtmeye başlamış. Çok çabuk yorulmuş ve tam dalları atmaya hazırlanırken, ince bir duman şeridi fark etmiş. Sedir ve kuru otla hemen büyük bir ateş yakmış.
Gün ortasında babası iki şefle beraber geldiğinde, mutlu bir Otsiera bulmuş. İleride halkından herkese yardım edecek güçlü bir Koruyucusu ve büyük bir gücü vardı.
Çok uzun zaman öncesinde, ateş Gerçek Halk olan Onkwehonwe’lara işte böyle gelmiş.
25 Kasım 2014 Salı
Tütün ( Iroquois Efsaneleri )
Bundan çok sayıda kış öncesinde (geriye doğru ok)
Bir Iroquois Kılanı, Uzun Ev halkı,
Kasabasını, Ohio Nehri’nin kenarına kurmuş.
Bir gün,
İnsanlar günlük işleriyle uğraşırken,
Nehir tarafından gelen garip bir ses duyulmuş...
İnsanlar, işlerini bırakıp sesin nereden geldiğini anlamak için, kıyıya koşmuş.
Ayakta durup, birbirlerine bakarak gizemli sesi dinliyorlarmış... bu ses, bazen değişik bir hayvanın gürlemesi gibi yankılanırken bazen de bir şarkıyı andırıyormuş.
İnsanların ayakta bu yabancı müziği dinledikleri sırada, nehirden yükselen yüksek bir ses duyulmuş.
Sesin geldiği yöne yaktıklarında, içinde değişik yaratıkların bulunduğu büyük bir kanonun kendilerine doğru geldiğini görmüşler... Bu insanlar kanonun ortasına yerleştirilmiş büyük bir davula vuruyor, değişik bir şarkı söylüyormuş.
Özel kıyafetlerine bakıldığında şarkıcıların “hekim-adam” oldukları anlaşılıyormuş.
Kano köye doğru yönelirken,
Kanodan yükselen güçlü bir ses duyulmuş.
Bu ses köylülere evlerine girip orada kalmaları için emir vermiş. Eğer itaat etmezlerse, başlarına kötü şeylerin gelebileceğini söylemiş...
İnsanlar çok korkmuş ve içlerinden çoğu evlerine koşmuş.
Ancak bazıları bu garip insanların kendilerini korkutmalarına izin vermemiş. Yaklaşan kanoyu gözleyerek kıyıda ayakta duruyorlarmış.
Kano yanlarına geldiğinde kıyıda duran adamlar düşüp ölmüş.
İlginç şarkılarıyla,kano akıntıyı izlemeye devam etmiş ve nehrin kıvrımlarında kaybolmuş.
Bir sonraki gün,
Kurbanlardan birinin babası bir savaş başlatmış.
Bu garip kanoyu arayarak, kanolarının küreklerini çekerek nehre inmiş. Ölen akrabalarının intikamını almaya kesin kararlılarmış.
Bir gün boyunca yolculuk ettikten sonra, kanoyu barınaklı (kuytu) bir koyda bulmuşlar. Kanonun her iki ucunda bu garip insanlardan birer tanesi derin uykuya dalmışlar.
Savaşçılar onları fark ettiğinde,
O ses yeniden kayıktan yayılmaya başlamış. Bu güçlü ses bu yabancı varlıklar yok edildikleri taktirde. Uzun Ev halkı üzerinde büyük bir mutluluğun hakim olacağını bildirmiş.
Ses konuşmasını bitirdiğinde, savaşçılar akıntıyı çevreleyen ormanlığa gizlenmiş.
Savaşçılardan bir tanesi nehre yaklaşmış. Eline bir taş alıp, çığlıkla uyanan yaratıklardan birisine fırlatmış. O zaman, yalnız savaşçı, garip insanlara dil çıkartmış.
Korkmuş gibi görünerek, koşarak onlardan uzaklaşmış.
Bunu görünce, yaratıklar kanolarını kıyıya çekip, kaçan adamı kovalamaya başlamış.
Savaşçı onları ağaçtan yapılmış bir eve kadar götürmüş ve onları araya çektikten sonra savaş çığlığını atmış. Elinde savaş topuzuyla bu iki takipçinin karşısına geçmiş.
Arkadaşlarının savaş çığlığını duyunca diğer savaşçılar hemen yardıma gelmiş. İki yaratığı çevrelemişler.
Birkaç saniye içinde her ikisi de öldürülmüş.
Savaşçılar kuru dal toplayıp, bir yığın oluşturup, üzerine iki ölü yaratığı yerleştirip dalları ateşe vermiş. Her iki beden kısa sürede küle dönüşmüş.
Bedenlerin küllerinden değişik bir bitki ortaya çıkmış, bu tütünmüş.
O zaman Yeryüzünden yayılan garip ses duyulmuş. Savaşçılara bu bitkiyi nasıl hazırlayacaklarını ve nasıl kullanacaklarını öğretiyormuş. Bu Uzun Ev Halkı’na verilmiş büyük bir armağanmış.
Bir Iroquois Kılanı, Uzun Ev halkı,
Kasabasını, Ohio Nehri’nin kenarına kurmuş.
Bir gün,
İnsanlar günlük işleriyle uğraşırken,
Nehir tarafından gelen garip bir ses duyulmuş...
İnsanlar, işlerini bırakıp sesin nereden geldiğini anlamak için, kıyıya koşmuş.
Ayakta durup, birbirlerine bakarak gizemli sesi dinliyorlarmış... bu ses, bazen değişik bir hayvanın gürlemesi gibi yankılanırken bazen de bir şarkıyı andırıyormuş.
İnsanların ayakta bu yabancı müziği dinledikleri sırada, nehirden yükselen yüksek bir ses duyulmuş.
Sesin geldiği yöne yaktıklarında, içinde değişik yaratıkların bulunduğu büyük bir kanonun kendilerine doğru geldiğini görmüşler... Bu insanlar kanonun ortasına yerleştirilmiş büyük bir davula vuruyor, değişik bir şarkı söylüyormuş.
Özel kıyafetlerine bakıldığında şarkıcıların “hekim-adam” oldukları anlaşılıyormuş.
Kano köye doğru yönelirken,
Kanodan yükselen güçlü bir ses duyulmuş.
Bu ses köylülere evlerine girip orada kalmaları için emir vermiş. Eğer itaat etmezlerse, başlarına kötü şeylerin gelebileceğini söylemiş...
İnsanlar çok korkmuş ve içlerinden çoğu evlerine koşmuş.
Ancak bazıları bu garip insanların kendilerini korkutmalarına izin vermemiş. Yaklaşan kanoyu gözleyerek kıyıda ayakta duruyorlarmış.
Kano yanlarına geldiğinde kıyıda duran adamlar düşüp ölmüş.
İlginç şarkılarıyla,kano akıntıyı izlemeye devam etmiş ve nehrin kıvrımlarında kaybolmuş.
Bir sonraki gün,
Kurbanlardan birinin babası bir savaş başlatmış.
Bu garip kanoyu arayarak, kanolarının küreklerini çekerek nehre inmiş. Ölen akrabalarının intikamını almaya kesin kararlılarmış.
Bir gün boyunca yolculuk ettikten sonra, kanoyu barınaklı (kuytu) bir koyda bulmuşlar. Kanonun her iki ucunda bu garip insanlardan birer tanesi derin uykuya dalmışlar.
Savaşçılar onları fark ettiğinde,
O ses yeniden kayıktan yayılmaya başlamış. Bu güçlü ses bu yabancı varlıklar yok edildikleri taktirde. Uzun Ev halkı üzerinde büyük bir mutluluğun hakim olacağını bildirmiş.
Ses konuşmasını bitirdiğinde, savaşçılar akıntıyı çevreleyen ormanlığa gizlenmiş.
Savaşçılardan bir tanesi nehre yaklaşmış. Eline bir taş alıp, çığlıkla uyanan yaratıklardan birisine fırlatmış. O zaman, yalnız savaşçı, garip insanlara dil çıkartmış.
Korkmuş gibi görünerek, koşarak onlardan uzaklaşmış.
Bunu görünce, yaratıklar kanolarını kıyıya çekip, kaçan adamı kovalamaya başlamış.
Savaşçı onları ağaçtan yapılmış bir eve kadar götürmüş ve onları araya çektikten sonra savaş çığlığını atmış. Elinde savaş topuzuyla bu iki takipçinin karşısına geçmiş.
Arkadaşlarının savaş çığlığını duyunca diğer savaşçılar hemen yardıma gelmiş. İki yaratığı çevrelemişler.
Birkaç saniye içinde her ikisi de öldürülmüş.
Savaşçılar kuru dal toplayıp, bir yığın oluşturup, üzerine iki ölü yaratığı yerleştirip dalları ateşe vermiş. Her iki beden kısa sürede küle dönüşmüş.
Bedenlerin küllerinden değişik bir bitki ortaya çıkmış, bu tütünmüş.
O zaman Yeryüzünden yayılan garip ses duyulmuş. Savaşçılara bu bitkiyi nasıl hazırlayacaklarını ve nasıl kullanacaklarını öğretiyormuş. Bu Uzun Ev Halkı’na verilmiş büyük bir armağanmış.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)